hesabın var mı? giriş yap

  • teknik destek elemanı olarak bir bilgisayar firmasında çalışan elemanımız gün boyu çöken windows'ları düzeltmekle uğraştığından kafası ambale olmuş bir biçimde kısa winston almak üzere büfeye gider:
    - kardeş bi kısa windows verebilir misin?
    - tabi abi, 95 mi olsun 98 mi?
    - ha, ney? puhahahaaa!

  • yıllar sonra,
    moda'da, ikimizin de yanında çocuklarımız var...
    beraber dondurma yediğimiz dondurmacının önünde sen o çok sevdiğin tutti frutti, çilek ve çikolatalı dondurmanı sipariş veriyorsun... 6-7 yaşlarındaki oğlun benim kafada, çikolata karamel ve fıstık istiyor... kızım da tutti frutti nin ismini sevmiş olmalı ki "babacıım ben de o teyzenin dondurmasından istiyorum" diyor...
    sen "o teyze" sıfatı ile gülümseyerek dönüyorsun seni minik parmağı ile gösteren kız çocuğuna, kızın olsun isterdin, hatırlarım... ve gözgöze geliyoruz... elindeki dondurma oğlunun ayakkabısına düşüyor... gülümsüyorum, gülümsüyorsun...
    sana bir gülümsemede "nasılsın ? mutlu musun ? beni arıyor musun ? hatırlıyor musun ?" diye soruyorum sen ise bir gülümseme ile bana "iyiyim, mutluyum, ya sen ? seni unutmadım ama neye yarar ki? " diyorsun... kızıma sesleniyorum, ikiniz birden dönüp bakıyorsunuz...
    elinden tutup yürüyorum, ah evet, o gün de arkamı dönüp yürürken ağlamamaya çalışıyordum...
    belki başka bir hayatta.....
    .......

  • yas 13-14 kozyatagindan maddi imkansizliklar neticesinde yakacik semtine tasinmisiz. ben 7 yil okudugum okulumu degistirmem zaten surda bir bucuk yil sonra bitiyor otobusle gider gelirim diyerek evdekileri ikna etmisim. o sene orta ikinci sinifa gidiyorum ve sabahciyim. hergun zifiri karanlikta uyanir hazirlanir bir gun oncesinden aldigim ogrenci biletimi sabah kullanir okula giderim oglen eve donerken de iki tane bilet alirim. tabi maddi imkansizliklar gun geliyor birakin benim cebimdeki bilet parasini eve ekmek almaya dahi anca yetiyor. bu durumda evden yol parasi isteyemiyorum ve o gun sadece dunden aldigim bir adet okula gidis biletim var. annem sorarsa komsulardan isterim anna merak etme derim diye dusunuyorum. okula gidiyorum kimseden para istemiyorum, cikinca komsulara da ugramiyorum ve basliyorum kozyatagindan yurumeye. o zaman ptt hastanesi simdilerde fsm hastanesini geciyor bostanci sapagina variyorum. seyyar biletciden borc istesem mi diyorum ama hemen yok olmaz oyle sey diyerek vazgeciyorum. altintepe ye yaklasiyorum ve bir motor kurye duruyor yanimda. hayrola nereye gidiyorsun diye soruyor eve cevabini veriyorum. nerede evin diyor, uzakta yakacik diye cevap vetiyorum. hic de korkmuyorum kim bilir o zamanlar simdilerde oldugu gibi kotulukler yaygin olmasa gerek hadi gulsuyu koprusune kadar birakayim diyor ve kabul ediyorum. kafamda kask yok simsiki sariliyorum kuryeye ve klasorumu de aramiza sabitliyorum dusmesin diye. bir an sag bacagimda bir sicaklik hissediyorum. inince bakarim diyor kendimi motorsikletin arabalarin arasindan gecisine kaptiriyorum. gulsuyu koprusunde iniyorum bacagim hala yaniyor bakiyorum ki pacam egzosa yapismis olmali bir yanik bacagim da kizarik. eve gidince krem biseyler surerim diyerek yurumeye devam ediyorum. esenkent, dikimevi, soganlik derken yakaciga vardigimda saat bese geliyordu. annem nerde oldugumu sordu. okuldan sonra ders calistik biraz da top oynadik dedim. ayagimi gosterdim anne suraya biseyler surelim topa vurunca ayagim yandi dedim.
    orta iki ve orta son sinifa kadar pacamdaki yanik izini gordukce aklima gelirdi o gun. meger o yanik pantolon pacasinda degil kalbimdeymis ki hala unutamadim.

  • gurur sandığı aslında ümitsizliğidir.
    uzaktan uzağa sever, iyi olup olmadığını kontrol eder sosyal ağlardan ama aramaz. kırılmaktan, üzülmekten ve yine aynı şeyleri yaşamaktan korkar içten içe.
    ne yeniden aşık olmak ister ne de yeni biriyle vakit geçirmek..
    ölene dek yalnız kalma fikrine de alıştırmıştır kendisini.
    onu sevmek, hem de çok sevmekten mutludur.
    aşkın, aşık olduğun insanı elde etme hırsından çok daha fazlası olduğunu anlayacak kadar büyümüştür.
    içten içe merak eder durur;
    ''o da beni düşünüyor mu, ara sıra da olsa özlüyor mu acaba'' diye..

    korkaklıkla suçlanan ama o korkaklığının ardında çoook uzun bir hikayesi olan insandır. muhtemelen on milyon kere korkmamış, her defasında ağır yaralar almış daha fazlasına cesareti kalmamıştır. belki de karşısındakinden bekliyordur radikal bir adım. belki mecali kalmamıştır?.. tek ihtiyacı olan ''bundan sonra elimden geleni yapacağım'' demesidir. belki o günü bekliyordur.
    özlemesini, geleceği varsa kendi isteğiyle gelmesini istiyordur.
    her şey keşke burada yazılanlar kadar ''türk filmi tadında'' olsa..

  • yıl olmuş 2016 hâlâ sosyal medya eleştiriliyor. şurada sitede twitter başlığına girin ve ilk sayfaları okuyun. ne kadar izan yoksunu eleştiriler yapılmış. "sıçmaya gittiklerini yazıyorlar", "banane milletin her saat başı ne yaptığından?"... sonra ne oldu? twitter toplumsal ayaklanmaların kıvılcımı oldu. twitter anlık bir haber sitesi oldu. tamamen kimi takip ettiğiniz ve nasıl kullandığınıza göre muhteşem bir kaynak oldu.

    "sevin beni. ne olur bak çokgozel çıkıyom resimlerde. arkadaşlarım da var. yalnız değilim. hobilerim var. yalvarırım sevin beni. yeni makina aldım süper fotolar çekiyorum. merhametliyim, yaşamaktan çok iyi anlıyorum. sabah kahvaltısı, akşam yemeği nerede yenir nasıl yenmesi gerekir en iyi ben biliyorum. güneş batıyor oradayım, doğuyor selfiyle ispatlıyorum. yaşıyorum olm ben. hayattan zevk alıyorum valla bak. kitap okuyorum kahvem var görmedin mi geçen paylaştım. konserlere gidiyorum bisiklet biniyorum, kayak yapıyorum kumsalda bacak fotom bile var. sevin beni ne olur psikolojisinde bir paylaşım platformu."

    denilmiş. bu entry en beğenilenlere girmiş.

    arkadaşım bu kadar mı aşağılık görüyorsunuz kendinizi. insanların günbatımının fotoğrafını çekip koyması sizi neden rahatsız ediyor? "şu kitabı okudum çok güzel" demekle okuduğun kitabın fotoğrafını paylaşmak arasında ne fark var.

    bütün insanlar sizin düşündüğünüz gibi düşünmek mi zorunda? sen demek ki güzel bir doğa fotoğrafını yalnızca hava atmak için paylaşırsın, eleştirin bu yönde. senin kafan bundan başkasını düşünemiyor demek ki. yazık.

    her ortamda olduğu gibi sosyal medyayı da istismar eden insanlar var, evet. e böyle insanlar var diye, kendi halindeki kullanıcıyı niye aşağılıyorsun?

    2016 olmuş bak, bırakın artık popüler olanı aşağılayıp kendinizi daha üst bir konuma koymayı, insanlara tepeden bakmayı. twitter'ın size ağzınızın payını vermiş olması lazım.

  • o garsonlardan biri şu an 55 yaşında olan babamdır. küçüklüğünden beri yurtiçi-yurtdışı lokantalarda çalışmış yani bu sektörde ömür çürütmüş. her mevkide çalışmış ve en son bir kaç sene önce yaşanan olumsuz olaylar sonucu garsonluğa geri dönmek zorunda kaldı. babamın bunca yıldan sonra birilerine hizmet edecek olması fikri beni başlarda çok üzüyordu. daha sonra bunu neden yapmak zorunda olduğunu düşündüm; emekliydi ve evde oturabilirdi. ama bakması gereken ben ve 3 kardeşim vardı. en büyük amacı bizim hayatımızı kurtarmamızdı. bunu garson maaşıyla başardı. 2 ablam meslek sahibi oldu, ben üniversitedeyim ve kardeşim bu sene üniversiteye gidecek. belki de görseniz hüzünleneceğiniz adam dünyanın en gururlu en mutlu adamı. eve gece gelişinde asla çok yoruldum demiyor hep bizden bahsedecek bir konu açıldığında ne kadar gururlandığını anlatıyor. ona terbiyesizce, kabaca davranan birinden bahsederken ben ve kardeşlerimin asla böyle olmadığımızı düşündüğünü ve bizimle gurur duyduğunu söylüyor. hüzünlenmeyi bir kenara bırakıp insanların hangi yaşta olurlarsa olsunlar yaptıkları işleri takdir etmeyi öğrenelim. bir de garsonlara teşekkür etmeyi, elinize sağlık demeyi unutmayalım *

  • bu yazıyı maddi durumu süper olmayan ve akademik puanlarıyla burs bulamayacak kişiler için yazıyorum ki tahminlerime göre almanya'da master yapmak isteyenlerin büyük kısmı bu şekildedir. ondan dolayı eğer rahatlıkla aylık 1000 euroluk bir bütçeniz olacaksa zaten türkiye'de de kralsınız, kraliçesiniz. ya da olağanüstü başarılıysanız bursla yallah amerika'ya, ingiltere'ye.

    şimdi size bir grup iyi bir grup da kötü haberlerim var ve ilk önce kötü olanları söyleyeyim. ikinci yazacağım entry'de güzel yönlerini anlatacağım, takipte kalın.

    zorlukları: almanya'ya gelmeden önce okul başvurusunu yaptınız sonra stresli bekleyiş sonrası kabul aldınız, tekrar yüzbin belgeyi toparladınız finansal kaynak gösterdiniz ve vizeye başvurdunuz onda da sıkıntı çıkmadı, artık her şeyiniz hazır ve uçak biletinizi de almıştınız, bir an önce almanya'daki hayatınıza başlamak için sabırsızlanıyorsunuz, ama daha gelmeden çok yoruldunuz bile. yani daha almanya'ya adımınızı bile atmadan karşınıza çıkan zorlu eleme sürecini bir şekilde atlattınız, hazırsınız gelmeye. geldikten sonra ise aslında önceki sürecin işin kolay kısmı olduğunu anlayacaksınız. başlıyoruz...

    -maddi sıkıntı: sanırım gelip karşılaşabileceğiniz en büyük zorluk bu olacak. bunu çok açıklamaya gerek duymuyorum, hem diğer yazacağım bazı maddeler de doğrudan buna bağıntılı.

    -rekabet: almanya'da çoğu alanda bunu göreceksiniz. bu rekabet yalnızca herkesin yarış içinde olmasından değil daha çok her alanda çok fazla talep olmasından dolayı. düşünün, en fazla göç alan üçüncü ülke almanya. ilk iki sıradaki amerika birleşik devletleri'ne ve kanada'ya kıyasla ufacık alanıyla bunu başarıyor. şunu da unutmamanız gerek, sizin gibi almanya'ya gelmiş ve sizinle aynı şeyleri arayan, aynı şeylere ihtiyaç duyan bir öğrenci ordusu olacak.

    -iş aramak: öğrenci vizesiyle sınırlı çalışma izniniz de olacak ancak bu işler minijob diye adlandırılan, ayda en fazla 450 euro kazanabileceğiniz işler olacak, çünkü bunlar sigorta gerektirmeyen ufak işler; garsonluk, kafe mutfağında yardımcılık, markette raf dizmek, hotelde oda servisi gibi. zor kısmı ise şu, eğer geldiğim gibi maddi giderlerimi ben bu şekilde karşılarım diyorsanız, hüsrana uğrarsınız. o kadar kolay değil iş bulmak (bkz: almanca) ve hadi iş buldunuz diyelim, illa 450 euro kazanacaksınız diye bir kural yok. çalışacağınız yer aylık örneğin 30 saat iş verir size ve saat ücretini de dokuz eurodan düşünürseniz 270 euro kazanabilirsiniz ancak, o da belki kiranıza yeter. ayrıca bu işler basit olacağı için bu açıdan da iş arayan kişi sayısı fazla olacak. bulunamaz diye birşey yok ama hem şans hem de gerçekten iş bulmaya uğraşmak gerekecek. minimum saat ücreti bu arada 8,84 euro, bu olayın güzel tarafı en azından. tabii öğrenci-asistan işleri de yok değil, hem de aylık 750-1000 euro arası kazanırsınız öğrenci vizenizle ama hani şöyle diyeyim, bu öğrenci asistan işleri için ingilizce ve almanca bilmeniz, bazı konularda yüksek bilgi ve beceriniz, hatta iş tecrübeniz vs. gerekir. hadi bu şartları sağladınız diyelim, önünüze bu sefer de minijob ararken karşılaşamayacağınız seviyede yüksek kaliteli rekabet çıkacak. bir tek pozisyon için çok fazla başvuru gelecek vs. ondan dolayı iş bulmak asla kolay değil, özellikle de masrafınızı geldiğiniz gibi çalışmayla halledeceğinizi düşünüyorsanız. hatta ben ilk bir iki ayda çok fazla para harcanacağı konusunda uyarmalıyım. hani geldiğiniz gibi ilk haftadan başlasanız çalışmaya bile çalışmanızın ilk ayı tamamlandıktan sonra paranızı alabileceksiniz ancak, yani zaten ilk ayın masrafı 450 euroyu da aşar; önceden halletmemişseniz okulun kayıt ücreti, ilk ödeyeceğiniz kira ve kalacağınız yere vereceğiniz depozit, hadi okula gittiğiniz gibi yurt odanız da ayarlanmış olsun veya yurt odanız yoksa ev bulana kadar akrabanızda kaldınız diyelim de hostele para vermemiş olun üstüne, ıvır zıvır derken en azından 1000-1500 euro arasında çıkar cebinizden daha nerede olduğunuzu ne yaptığınızı anlayamadan. bu arada 450 euro ucuz şehirlerde özellikle kiranıza bağlı olarak yetebilir, kesin yeter demiyorum, bana yetiyor mesela. ama olur da kiraya 400-500 euro verirseniz bu para zaten yetmez size. bu altbaşlığı çok dağıtmak istemiyorum ama gelmek istediğiniz şehirle ilgili uzun uzadıya düşünün, sadece okulun sıralaması iyi veya şehrin adı biliniyor diye seçmeyin.

    -barınma: kiralar yüksek. yurtlar öğrenci evlerinden genelde ucuz, ama ucuz bir şehre gitseniz bile en azından 250 euro kira vermeye kendinizi hazırlayın. almanya'nın herhangi bir şehrinde kime sorsanız 250 euroluk kiraya ucuz der. tabii 200 euroya da kalacak yer belki bulursunuz ama hepimiz öğrenci ve doğuştan fakir olduğumuz için öğrenci fakirdir kuralı evrensel yani almanya'daki her öğrenci doğal olarak en ucuza kalabilecekleri yeri arayacaklar. ve almanlar bu ev arama işlerini bildikleri için bazen birkaç arkadaş ucuz bir ev bulduklarında oraya taşınabiliyorlar, yani genelde ortalamalarını alsak yabancı öğrenciler kesinlikle almanlardan fazla kira veriyordur. çünkü biz çaresizce ev arayıp ilk bulduğumuza çok pahalı olsa bile taşınmak zorunda olacakken almanya'da yaşayan biri hiç ev bulamasa ya ailesinde kalıyor biraz ya arkadaşlarında, yani evsiz kalmıyor. ama daha da önemlisi ev aramaya zaten haziran-temmuz-ağustos gibi başlıyorlar hepsinden öte. yani biz ekimde gelip ev arama işine girişirken onlar zaten çoktan taşınmış oluyorlar. önceki çıktığım iki odamı da dönem başlamadan çok önce verdiğim için durum böyle oluyor. mesela şubatta ayrılacağım odam için aralıkta ilan vermiştim ve ocakta da zaten çoktan biriyle anlaşmıştık. ama ikinci dönem nisanda başlıyor, yani eğitiminize ikinci dönem başlayacak olursanız ve martta gelmiş olsanız bile aslında geç kalmış oluyorsunuz bir bakıma ev aramak için. ev konusunda yazıyı çok uzatıyorum belki ama almanya'da en zorluğunu çektiğim noktalarda başlarda gelir. büyük bir şehre giderseniz ki pek tavsiye etmem, en azından 450-500 euroya kendinizi hazırlayın, daha ucu açıktır bunun ve 400 euroluk oda bulursanız göbek atacak hale gelirsiniz oralarda. tabii işin bir de depozit kısmı var yaklaşık 2-3 kira miktarında. tamam, bu parayı çıktığınızda geri alacaksınız ama mesele zaten bir anda çat diye çıkarıp o parayı masaya koyabilmek. ek olarak bazen oda eşyalıysa eşyalara da para vermenizi isteyebilirler evdekiler, tabii yeni geldiğiniz için eşyasız oda da pek istemezsiniz. ayrıca her üniversite size yurt odası ayarlamayacak. olur da illa münih, hamburg veya frankfurt gibi büyük bir şehre gideceğim derseniz zaten iki dönem size yurt oda sırasının gelmesini beklersiniz en azından ki iki yıl boyunca sıra da gelmeyebilir. yani öyle ya da böyle ev aramak zorunda kalabilirsiniz muhtemelen. öğrenci evlerinde oda bulmak konusundaki rekabet ise iş ararken göreceğinizden farksız. örneğin bir öğrenci evindekiler bir odaları boşaldığında facebook'taki ev arama gruplarına ilan koyabilir. zaten orada görürsünüz rekabetin ne kadar yüksek olduğunu paylaşımın altında yazan yorum sayısından. facebook'tansa daha çok genelde ev ilanları wg-gesucht.de sitesinde paylaşılır, kirasını metrekaresini vs yazarlar ve evdekiler kendilerini tanıtırlar ilanda ayrıca. çünkü genelde evlerde arkadaşlık ortamı da çok önemlidir. zaten merak edersiniz gelince akşamları ve pazar günü nerede bu almanlar diye. evlerinde takılırlar genelde. ondan dolayı ev ortamı çok çok önemlidir. kılı kırk yararlar haklı olarak eğer evlerinde boş yer olup da yeni ev arkadaşı aranacaksa. tabii siz de almanya'da en fazla ev arkadaşlarınızla paylaşımda bulunacaksınız eğer evde kalırsanız ve evinizin tek amacı kira paylaşımı değilse. bazı öğrenci evleri de vardır amacı daha çok kirayı bölüşmek olan, onlarda o kadar da ev arkadaşlığı kavramı olmaz, işler daha resmi yürür ve onlara zweck-wg denir. yurtta kalacaksanız da katınızdakilerle kafanız uyuşursa birşeyler yaparsınız şansınız yaver giderse, ki ben yurtta kalmaktansa evde kalmayı tercih ederim. ama şöyle bir durum var ki yurtların her zaman belli bir standardı var ama çok pis bir evde kalmak zorunda kalabilirsiniz. yani sıralamam şu şekilde: kötü ev - yurt - ortalama ev - iyi ev. erasmus zamanı hariç hep evde kaldım almanya'da, ama yeni gelen bir öğrenci için yurtta kalmak daha kolay olacaktır başlarda olur da öğrenci işleri yurt odası ayarlarsa size. sonrasında tavsiyem gerçekten içinizin sineceği iyi bir ev arayışına girmenizdir, çünkü ev arkadaşları bir arada yaşayacağınız için hem size baya yardım ederler hem de yalnızlık çekmezsiniz. hatta ev arkadaşlarınızın arkadaşlarından biriyle muhabbeti ilerletebilirsiniz bile, insanlarla tanışmanıza bile vesile olabilirler. zaten o ara başınızı sokacağınız bir yurt odanız olduğu için rahat rahat ev ararsınız ayrıca. ama dediğim gibi rekabet bu alanda da çok fazla. hatta eski odamın ilanını verdiğimdeki anımı paylaşayım. bu bahsettiğim wg-gesucht.de sitesinde eski odamın ilanını paylaştım, resimlerini açıklamasını vs. yazarak. sonra evin şehir merkezine pek yakın olmamasına rağmen daha iki gün dolmadan 65 mesaj alınca ilanı kaldırdım ve bu 65 kişiden mesajlarını okuyarak yaptığım eleme sonucu 15 kişiyi ev görüşmesi yapmak üzere çağırdım bir haftaya yayılmış şekilde, hem ev arkadaşı olabileceği kişilerle tanışılsın ve onlar da sonrasında karar versinler kimle yaşamak istediklerine diye. bu onbeş kişiyle eski ev arkadaşlarım tanıştı konuşuldu ve sonrasında iki kişi arasında kalıp birinde karar kıldılar. sonra da o taşındı benim çıktığım odaya. kısaca 65 kişiden sadece onbeşini çağırabildik ve onbeş kişiden de sadece birine verebilmiş olduk odayı doğal olarak. hani bu sayı daha da artacaktı ilanı bir hafta boyunca aktif tutsaydım. ev ararken olay genelde bu şekilde ilerler. ilanı görürsünüz, kendinizi tanıtan bir mesaj yazarsınız, o evdekiler de karar verirler sizi tanışmaya çağırıp çağırmayacaklarına, sonra birkaç gün içinde mesaj gelir şu vakitte müsaitsen hem evi gösterelim hem tanışalım diye, ya da kusura bakma çok kişi yazdı ondan herkesi çağıramadık diye yazarlar, veya hiç dönmezler ki o da çok olur. sonra olursa görüşürsünüz, hatta herkese güleryüzle davranılır bu ev görüşmelerinde ama sanmayın ki güldüler şimdi verecekler odayı diye, bu konuda duygulara yer yoktur acıyıp da en fazla ihtiyaç duyan bu kişi ona verelim odayı demezler ki ben de aynı süreçte bulunduğumdan en önemsenen şey bu kişiyle yaşayabilir miyiz olur haklı olarak. sonrasında da bir hafta on gün içerisinde kararlarını verirler ve olumlu dönüp sizin taşınmanızı isterlerse üzerine bir hafta on gün sonrasında da taşınırsınız, en kısa süresi budur bu işin, yoksa pat diye de ev bulunmaz, hatta bulsanız da oda hemen boşalmayabilir, ekimde ev ararken zorunluluktan dolayı aralıkta boşalacak evlere de yazacaksınız çünkü. insan bir noktadan sonra ev bulayım da nolursa olsun diyor. ihtiyaçlar hiyerarşisindeki en basitlerinden biri olan barınma ihtiyacınızın tatmin olmayışı sizi fena yıpratır işler kötü giderse ve süreç ev bulamadığınızdan uzarsa da. bu sürecin sonunda ev buldunuz diyelim hadi, dediğim gibi o bile bir ay sürer en azından. hatta bazen ev birkaç ay sonra boşalacak oluyor ama önceden planlar yapıldığı için iki üç ay önceden de ev arkadaşı arandığı çok oluyor. ondan tanıdık ayarlayın yanında en azından bir iki ay kalsanız laf etmeyecek. yoksa hostele para yetiremezsiniz. tabii şunu da söyleyeyim, çaresiz şekilde ev aradığınızı belli ederseniz muhtemelen olumsuz dönüş alırsınız, rahat olun, çok kasmayın, eve en fazla sizin ihtiyacınız oluşu değil evdekilerle anlaşıp anlaşamayacağınız önemli. hobileriniz çok etkilidir, eve atacağınız mesajda kesin belirtin. gittiğinizde de abartmayacak derecede espri yapın. sigara içiyorsanız bu da çoğu evde eksi puan olur, evde sigara içilip içilmediğini de yazarlar ya evde hiç içilmiyor veya sadece odanızda, balkonda vs serbest derler, nadiren de evin her yerinde sigara içmeye tamam diyen evler oluyor. almanca biliyorsanız bu iyi olur, ama ingilizce biliyorsanız da genelde yeterli olacaktır. ama ingilizceniz de almancanız da yoksa kolay gelsin, çok kasmayın ev aramakla falan direkt akrabanıza deyin bir yıl yanında kalmak için ya da özel yurtlar oluyor çok daha pahalı bir seçenek olan, onlarla irtibata geçin, o bir yılda da muhtemelen dil kursu yapıyor olursunuz zaten. bu konuda kendimi tavsiye verici konumuna koymak istemiyorum ama üç senede dört farklı evde kaldığımdan dolayı kaç tane eve mesaj attığımı, kaç evle görüştüğümü hatırlamıyorum bile, hani bazılarıyla sonradan okulda bile karşılaştım aynı dersi aldığımızda. almancam pek iyi olmadığından dolayı ingilizceye sarıldığımdan da ingilizce de bilmeyen birinin yaşayabileceği zorluğu az çok tahmin edebiliyorum. hem umut kırıcı da olmak istemem ama şöyle kolay böyle halledersiniz deyip de umut tüccarlığı da yapamam bazı danışmanlık şirketlerinin sırf paranızı almak için yaptıkları gibi. onlara da asla para yedirmeyin, tüm bilgiler internette yazıyor, yine bulamazsanız aradığınızı bana sorabilirsiniz. unutmadan münih için mesela ev ilanlarına baktığımda şimdi wg-gesucht.de'den flatshares kısmından şimdi sırasıyla 600, 600, 600, 450, 350, 960, 700, 550, 730, 700, 600, 740, 620, 490, 900, 680, 650, 710, 749 euro şeklinde oda kiraları aylık ve odaların metrekareleriyle, konumlarını ve depozitlerini kontrol etme gereği bile duymadım, hani münih'teki üniversiteler almanya'nın en iyisi, münih'e gitmeyin asla demiyorum ama siz bilirsiniz. ben bu yazdığım kiraların hiçbirine güç yetiremem örneğin. münih'teki pahalılıktan dolayı yeter deyip artık türkiye'ye geri dönme modunda olan arkadaşıma sorduğumda “ama münih'teki okul da almanya'da en iyisi” diyor. bu benim şahsi düşüncem ama almanya'da okul sıralamaları o kadar da mesele değil, ki alman arkadaşlarım da böyle söylüyor. biz alışmışız sadece öss'den aldığımız puana bakarak en yüksek puanlı bölümleri yazıp başka hiçbir şey düşünmeden tercih sıralaması yapmaya. türkiye'de okul sıralamaları önemsiz demiyorum aksine çok önemli ama almanya'da zaten öyle ya da böyle iyi eğitim alacaksınız. aylık altıyüz-yediyüz euro kiraya katlanırım diyorsanız münih'teki okullar bir numara. ama küçük alman şehirlerinde almanlığın tadına emin olun daha çok varırsınız, 600 euroya da herşey dahil krallar gibi yaşarsınız, ben aylık 400-450 euro harcıyorum ve bunun da en büyük nedeni verdiğim kiranın görece ucuz olması. dönemlik kayıt ücreti gibi ekstra masraflarımı da yıla yayarak eklediğimde aylık 500 euro bana rahatça yetiyor tüm masraflarım için. alman ev arkadaşlarım da benimle yakın harcıyor. küçük şehirde kalmanın avantajları.
    bu arada ev buldunuz ve yerleştiniz diyelim, memnun olmadığınız noktalar varsa zaten sonra ev aramak çok daha kolaylaşıyor çünkü zaten başınızı sokacağınız bir yeriniz var ve onun rahatlığıyla bu ev görüşmelerinden keyif bile almaya başlıyorsunuz, olay iyice bir saatlik sohbete dönüyor. ama ilk aşamada ev bulmak gerçekten çok yoruyor insanı fiziksel ve mental olarak. bu arada yurtlara bakan birime gidip konuşsanız öğrenci işlerindeki, sırada binlerce öğrenci varken size yardım edemezler, çünkü ben birkaç sefer gidip konuşmama rağmen haklı olarak sadece “tamam not alıyoruz adını ama sırada bu kadar çok kişi beklerken yapabilecek çok birşeyimiz yok” demişlerdi. hani şunu yapabilirsiniz belki, öğrenci kartınızla ücretsiz seyehat edebileceğiniz alandaki kalabileceğiniz diğer şehirlerden ev bakabilirsiniz. kendimden biliyorum, sekizdeki derslerim için için beşbuçukta uyanmam ve iki saat yol çekmem gerekmişti bir süre ama hiç ev bulamamaktansa o yolu tercih etmiştim üç-dört aylığına. o uzaktaki eve taşındığım gibi de kafa olarak en azından rahatça başka ev bakmıştım.

    -almanya'da erasmus yapmışsanız onun önyargısı: almanya'da erasmus yapmış olmama rağmen kendime hep dedim yüksek lisans erasmus gibi olmayacak diye. bu hem olumlu hem de olumsuz açıdan böyle. master öğrenciliğinin erasmus öğrenciliğine kıyasla olumlu yanlarını tabii ki yazının iyi kısmına saklıyorum ama erasmus'tan daha zor olan kısımlarını yazayım. birincisi erasmus döneminin aldatıcı kolaylığı. çünkü erasmus hibesiyle geldiniz ve öğrenci işleri de yurtta odanızı ayarladı. erasmus ofisi, erasmus danışmanlarınız ve tutor öğrenciler size yardımcı olmak için uğraşıyorlar. arkadaş çevreniz zaten kendileri de ülkelerinden gelip boşta olan diğer erasmus öğrencileri yani bir bakıma hazır arkadaş grubuna kondunuz, yalnız kalmadınız. düşünün erasmus zamanı kaç tane yerel öğrenciyle konuşabildiniz acaba. muhabbetiniz genelde değişim öğrencileri arasında döndüğünden zaten yerel halkla kaynaşayım falan demezsiniz doğal olarak. zaten dersler de masterdakilere kıyasla çok daha kolay, birazını geçip birazından kalsanız bile kaybınız belki bir dönem okulunuzun uzaması ve yüzde yirmilik erasmus hibesini alamamanız olur ama bunlar masterken derslerinizi geçemediğinizde yaşayacağınız kayıpların yanında o kadar da göze batan şeyler değil. hani hepsini geçtim erasmus zamanı kalacak olsanız dersten, profesöre deyip yardımcı olmasını isterseniz bazısı da zaten erasmusçu bu ya deyip kolaylık sağlayabiliyor. bunu master dersinde derseniz profesörden o anlayışı göremeyebilirsiniz, hatta haklı olarak bu benim sorunum değil diyebilir. zaten partiden partiye akarak erasmus dönemini geçiriyor da olabilirsiniz, paris senin prag benim geziyor da olabilirsiniz. master zamanı bunları yapamayacaksınız demiyorum ama o kadar yoğun bir particilik ve gezicilik yapamazsınız asla. ne bünye, ne maddi durum ne de dersler kaldırır bunu erasmusçu gibi takılırsanız master yaparken. ondan dolayı erasmus anılarınız size çok yol gösterici olmasın mastera gelecekseniz.

    -sürekli ekstra masrafların çıkması: diyelim kiranızı yatırdınız, o ay için de belli bir miktar paranızı diğer masraflarınıza ayırdınız. çaat, yeni bir masraf kapısı açılabiliyor. oturum uzatmanız gerek, 80-100 euronuz gidecek yine en azından. eşyanız pek yok almak zorundasınız, yine masraf. hatta türkiye'de ustalara güvenemediğimiz için, almanya'da ise tamirat işleri baya pahalı olduğu için kendin yap'çı olursunuz. tabii youtube'daki alman fayans ustalarının videosunu izlemişseniz işlerini nasıl yaptıklarını anlamışsınızdır. bir de paranızla ucu ucuna ayı bitiriyorsanız bu ek masraflar ufak olsa bile cidden çok zorlayıcı oluyor.

    -sosyal çevrenizin sıfırlanması: birkaç arkadaşınızı daha kafalayıp birlikte gelmeyi başaramadınız diyelim, geldiğinizde yalnız olacaksınız, belli bir süre de yalnız kalacaksınız. almanya'daki arkadaşlık mentalitesi belki size uymayacak, belki kafanıza uygun kişiler bulamayacaksınız vs. ben bu uyum sürecini atlatmak için en azından bir buçuk- iki yıl gerektiğini iddia ediyorum. şanslıysanız gelince hemen yanınız kalabalıklaşır ama yine de gelince neden etrafımda kimse yok, neden yalnızım, hiç böyle hayal etmemiştim... diye ağlarsanız bunu aklınıza getirin. herkes bu zorluğu yaşıyor. özellikle de türkiye'den gelen öğrencilerde bu zorlu uyum sürecini yaşamayanla karşılaşmadım. ilk başlarda baya bunalıma bile girersiniz bir yandan maddi durum bir yandan sosyal durum diğer yandan da dersler sıkıştırır. sevgiliniz olursa almanya'da biraz hafifletebilirler bu yalnız kalma olayını, ama o da tamamen çözüm olmaz, kendi hayatınız da olmalı çünkü. derse gidip dersi bitince hemen odasına dönüp kimseyle takılmayan veya daha doğrusu takılamayan bir kişi olmuş halde bulabilirsiniz kendinizi almanya'da master yaparken. bir süre sonra da dışına çıkılması güç bir balon haline dönüşebilir yalnızlığınız ve bu durum rahat olmasa da dışarısına çıkmak bu balonun daha zor gelir gözünüze.

    -türkiye'den geliyor olmanız: bunun üç yönü var; birincisi türkiye'den geliyor olduğunuz için sahip olacağınız imaj, ikincisi bazı almancıların burda yapılmışı var diyerek size bulaştıracakları türk imajı, üçüncüsü de (neredeyse) aynı dili konuştuğumuz için arada kolayca etkileşimde bulunacağımız almancılar. burada imaj kelimesini olumlu veya olumsuz anlamda kullanmıyorum, daha çok bir bütün şeklinde ele almayı mantıklı buluyorum. birincisiyle ilgili şunları diyebilirim. bazı almanlar sizi özellikle politik durumlarla ilgili soru yağmuruna tutabilirler ve bazen bu sizi sıkabilir. bir de türk olmanın çektiği ilgiyle mesela latin amerikalı olmanın çektiği ilgi arasında sanki fark var, ispanyolca öğrenmeye çalışan biri doğrudan olumlu ilgi duyarken latin amerikalılara, türk olarak zaten varlığı çoktan kanıksanmış milletler grubundayız, o kadar egzotik gelmeyebiliyoruz bazı almanlara. ayrıca bu olay yalnız kalma durumunda da kendini gösteriyor. genelde afrikalılar hep birlikte takılıyor tarihi sürecin etkisi bana göre en önemli nedenlerinden biri de bu durumun. çinliler de genelde birlikte takılıyor, hem yabancı dilleri o kadar iyi olmuyor hem de hayat tarzlarından dolayı sanki biraz kapalılar dışa. kalabalık arap grupları var. böyle düşününce de almancılarla takılmak isteseniz pek ortak nokta olmuyor. çünkü zamanında işgücü göçüyle gelen türkler ile zihniyet anlamında şimdiki çoğu almancı arasında bir fark yok pek, bu geçen elli yıllık süreçte üniversite okuyanlarının oranı tabii ki artmıştır ama öyle kayda değer bir artış pek yok. hatta yaşıtım almancılardan iki tanesi çalışmaktan kaçmak için okula gidiyorsun değil mi demişti de evet diye yanıtlamıştım. genelde algı bu şekilde genç almancılar arasında, çünkü genelde çoğu liseden sonra meslek okullarına gidip erken yaşlarında çalışmaya başlıyorlar. hemen para kazandırmadığı için üniversiteye gitme oranları da onlarda düşük. tabii orta yaş almancılar türkiyedekiler gibi okuyun evladım şeklinde öğüt veriyorlar, pek bir fark yok. ve almancılardan genç olanlara sorduğumda büyük çoğunluğu almanya çok kötü hiç kalma ne işin var diyorlardı, daha yaşlı olanlarıysa çoğunlukla almanya'nın imkanlarından faydalanırsan çok rahat edersin ilerde diyorlardı çünkü adam sadece işçi olarak çalışıp almanya'da evini, arabasını, türkiye'de evini arsasını alabilmiş, ki türkiye'de işçi olsa değil bunları, belki kirasını zor ödeyecekti. genelde almancı gençler arasında memnuniyetsizlik daha çok, yaşlı olanlarına sorduğumda biraz açık sözlülük yaparlarsa rahatlarının çok iyi olduğunu ifade ediyorlar. bir keresinde almanya'da gayet turistik bir caddede düğün konvoyu yapmışlardı kornaları çalıp, hadi buna tamam da bir tane gerizekalısı da silah attı bir şarjör muhtemelen kurusıkıydı ama turist olan diğer insanlardan işte türkler konulu lafları zaten duymuştuk daha konvoy başladığında, silah da atılınca konuşmaları daha ağırlaşmıştı. hani bu tarz örnekler nadiren oluyor ama yüz iyi olayı örtüyor bir kötü olay ve almancılarda bu oran yüze bir değil kadar masum değil. almancılar şöyle böyle deyip tümünü genelleyip eleştirecek değilim ama bir kısmına çok derin teşekkürlerimi sunuyorum daha biz almanya'ya gelmeden bazı almanların kafasındaki türk algısını bizim imkan bulabilirsek zorlukla düzelteceğimiz hale getirdikleri için. bazı almancılar buradaki uyum sürecini atlatamadıkları için yaşayış farklılıklarından dolayı karşılaştıkları zorluklardan almanları sorumlu tutup onları suçluyorlar. şark kurnazlığı yapıp yarım aklıyla karşısındaki alman'ı dolandırmaya, kuralları çiğnemeye çalışınca tepki görürse "bana ırkçılık yapiyülaar" diye ağlıyor. sigortasız işçi çalıştırdığı için sürekli maliye gözetiminde olan dönerci yakınıyor türk olduğu için onla uğraşıyorlar sanıp. mesela bir akrabamı örnek vereyim, adam almanya'da işsizlik parasıyla geçiniyor yan gelip yatıp, çocuk parası alıyor ve çocuk parası 18 yaşından sonra verilmediği için üç çocuğu varken ikisi büyüdüğünde iki çocuk daha yapmış birisi. en büyük çocuğuyla en küçüğü arasında neredeyse yirmi yaş fark var. hani bunu kendisi de şakayla karışık ama ciddi şekilde söylediği için söylüyorum. bu akrabam her karşılaşıp çay kahve içtiğimizde almanları eleştirip yerin dibine sokuyor, e madem geri dön dediğimdeyse napalım geldik bir kere diyor. hani bu akrabamın diğer bazı almancılardan farkı açıkça konuşması ama bazı almancılarda garip bir şekilde alman düşmanlığı var. bir keresinde durakta otobüs beklerken 6-7 yaşlarında almancı çocuk yoldan kendi haline yürüyerek geçen yaşlı alman çifti göstererek annesine dönüp “anne bak bunlar çok pis değil mi çünkü domuz yiyorlar” demişti. sorsan annesinin alman pasaportu olduğunu bilmez bu velet. tabii ki gerçekten parmakla gösterilecek modernlikte almancılar da var ama dediğim gibi az. hani almancılar bile diyor ev sahibin almancı olmasın, yanında çalıştığın kişi almancı olmasın diye. bu durum üzücü tabii ki.

    -türkiye'den gelen arkadaş grubuna sıkışıp kalmak: türkiyeden gelip de bu sosyal ortam daralmasından bunalmayan görmedim, o arada kimisi de türk ortamına sıkışıp kalıyor. lütfen bunu yapmayın. türkiye'den gelen ya da almancı arkadaşlarınız olması farklı, o gruba sıkışıp kalmak farklı. anadilinde geyik muhabbeti yapmak gibisi yok, ama tutup da her zaman yapışıkmış gibi gezmeye de gerek yok. almanya'da en iyi muhabbetim olan kişilerden biri de türk arkadaşım, ama onunla bile bu konuda dikkat ediyoruz. yoksa almanya'da hissedemezsiniz kendinizi, sadece şehir değiştirmiş gibi olursunuz. tabii bunda şunun da etkisi var. arkadaş grubu olan kişi bazen arkadaşa doymuş olduğu için sizi pek takmayabiliyor. ondan dolayı da kurulu arkadaş gruplarına dahil olabilmek o kadar kolay olmuyor. okulun ilk haftaları çok stresli olsanız da buna rağmen içine kapanıklık göstermemelisiniz. kimse sizi yargılamayacak ama arkadaş edinebilmek için türkiye'dekinden daha çok çaba sarfetmelisiniz. ayrıca farkettiğim kadarıyla güney amerikalılar çok daha kolay kabullenilirken, yani sınıftaki almanlar onları daha kolay yanlarına alırken türkler için bu süreç daha uzun sürebiliyor. yani sizinle takılmazlar diye birşey yok ama uğraşmak zorundasınız, yoksa okulun kafeteryasında yalnız yalnız yemeğinizi yerken yanınıza gelip laf açmazlar, bu pek yapılması gereken davranış şekli değil onlara göre çünkü o anki özgürlüğünüze karışmak istemezler. hani türkiye'de sürekli tek başınıza bölüm kantininde otursanız bölümde derslerde karşılaştığınız birileri nasılsın diye laf atar muhtemelen. veya alman bir arkadaşınızı aramasanız bir yıl boyunca o da sizi aramaz, mesaj atsanız üç gün sonra bir hafta sonra cevap gelebilir. bunlar kötü şeyler demiyorum, ama bireysellik anlayışı burada da kendini gösteriyor. bizde sosyal çevre daha insan odaklıyken almanya'da daha mekan odaklı bana göre. sürekli gittiğiniz bir öğrenci kulübü varsa veya gittiğiniz bir kurs varsa o zaman aralığında sürekli vakit geçirebilirsiniz alman arkadaşlarınızla ama sonrasında herkes kendi yoluna gibi oluyor.

    -dışarıda yemek yiyememek: eğer her akşam dışarıda yemek yemeyi seven biriyseniz bunu almanya'ya geldiğinizde muhtemelen azaltacaksınız. çünkü ortalama bir yemek ve belki yanına bir içecek için en azından 10-15 euro cebinizden çıkacak. bu da marketlerin ucuzluğunu hesaba katınca daha da gözünüzde büyüyecek. ama arada döner yersiniz, 3-4 euro.

    -yalnızlık: ayrıca tekrar yazayım dedim. yalnızlığa direnci olan biri değilseniz kendinizi buna şimdiden alıştırın.

    -dil bariyeri: avrupada ingilizce bilme oranının en yüksek olduğu ülkelerden biri almanya. ve bunun yanında insanlar da size yardımcı olmaya istekli olacaklar, ingilizceleri pek iyi olmayan kişiler bile konuşmaya çalışacaklar. ama tabii dil bariyeri özellikle devlet dairelerinde ve kurumsal olaylarda karşınıza çıkacak. resmi bir daireden, üniversitenizden veya bir kurumdan almanca mektup alacaksınız, anlayamasanız bile mektup size yollanmış olduğu için bağlayıcılığı olacak. master bölümünüzün genel kurallarının yer aldığı yönetmeliği almanca olacak sadece. bir devlet dairesine gittiğinizde, bazı durumlarda görevli memur sizinle almanca konuşmaya çalışacak. bana ingilizce hep yeterli oldu çünkü yabancı öğrenci oranının fazla olduğu küçük bir üniversite şehrinde kalıyorum ve görevliler de bunu bildiklerinden dolayı ingilizce de konuşuyorlar. ama büyük bir şehirde mesela yabancılar şubesinde randevunuz var, yanınızda almanca bilen biri de olursa çok işinize yarar. ingilizce de bilmiyorsanız o zaman işiniz çok daha zor. almanlarla asla kaynaşamazsınız ingilizce de almanca da konuşamıyorsanız. almanya'da çoğu genç ingilizce de biliyor yeterli seviyede, ancak türkçe bilen pek olmayacak. ondan dolayı şu an almanya'ya gelme planlarınız varsa yapabileceğiniz en faydalı iş biraz dil öğrenmeye çabalamanızdır.

    -kural bilmemek: bu da az çok dil bilmemekle ilgili bir açıdan ama genel olarak yol yordam bilmek de orada doğup yetişmekle ediniliyor. yani doktora bile nasıl gideceğini google aramalarıyla anlamaya çalışmanız gerekecek. en basitinden başlarda elinizdeki çöpün geri dönüşümü için hangi çöp kutusuna atacağınızı düşünür şekilde bekler bulabilirsiniz kendinizi. size verilen resmi belgelerin ne işe yaradığını bilemeyebilirsiniz. kısaca ne zaman ne şekilde davranılması gerektiğini öğrenmek zorunda kalırsınız en basitinden en zoruna her durumda. doğduklarından beri almanya'da yaşayanların edindikleri günlük hayatla ilgili bilgi birikimini sizin de çok çok daha kısa sürede edinmeniz gerekir bazen. bir yere taşındınız, adres bildirimi yapmak zorundasınız iki hafta içerisinde nüfus dairesine ve unutup iki haftadan sonra bildirirseniz ceza ödemek zorunda kalırsınız. mesela bizdeki trt vergisine benzer 'gez' diye birşey var ödemek zorunda olduğunuz, aylık 18 euro civarı. yurtta kalanlardan bazı durumlarda alınmıyor. evde kalırsanız ve diğer ev arkadaşlarınız ödüyorsa zaten her daireden bir vergi alındığı için 18 euroyu bölüşürsünüz o eve taşındığınızı bu kuruma da ayrıca bildirerek. olur da kaldığınız evdekiler de ödemiyorlarsa işte o zaman sıkıntı büyük. herkes kaydını yaptırıp ödese bölüşülerek aylık üç beş euroya hallolacaktır ama kimse ödemediği için evdeki herkese ayrı ayrı aylık 18 euroluk fatura çıkartır bu kurum her ay ve bu parayı alana kadar da baya uğraşırlar, hatta eve görevli bile yollayabilirler parayı tahsil etmesi için. alman öğrenciler zaten bu parayı ödüyor, ama genelde yabancı öğrencilerden bazıları kuralları bilmedikleri için nasıl ödeneceğini bilmiyorlar ve fatura kabardıkça kabarıyor. bazıları da okulunu bitirip ülkesine gideceği için zaten umursamıyorlar. uzun süreli kalma planınız varsa ve olur da bir öğrenci evine taşınırsanız bu vergiyi birlikte ödemeleri çok önemli, öbür türlü size baya dert olur, sürekli posta yollar bu kurum ve fatura çıkartırlar en azından 200-250 euroluk bir sene sonunda ve ödenmeden de bırakmazlar. kural bilmemenin yanında, bazen bürokratik işleyiş de çok yavaş olabiliyor, bu da ayrı bir stres kaynağı. taşınacağınız zamanlarda da kira kontratınız doğal olarak almanca olacak ve oturun almanca konuşan bir arkadaşınızla, güzelce size açıklasın. türkiye'den gelen bir arkadaşım taşındığı ev için verdiği depoziti elden verdiği için evden çıktığında geri alamamış mesela. bu tarz şeyler almanya'da asla olmaz diye birşey yok, sonuçta dolandırıcının ülkesi milleti olmuyor.

    -dersler: çok zor. düzenli çalışmak zorundasınız. almanya'da dönemler kış ve yaz dönemi diye altışar aylık iki bölüme ayrılıyor. yani belli bir tatil ayı yok, ama mesela kış döneminde dersler şubat ortasında kesilir, sonra iki hafta içinde varsa sınavınız olur, veya paper yazarsınız eğer deadline varsa. nisan ortası da yaz dönemi dersleri başlar. eğer sınavınızda, ödevinizde sıkıntılar yaşarsanız bu altı ay tamamen derslerle heba olur hiç tatil yapamazsınız, yeni döneme de stresle başlarsınız. o dönem de stresle geçer, bir bakmışsınız altı ayı da öyle harcamışsınız ders stresiyle. yani bir yıl hiç tatil yapamadan yeni döneme başlarsınız, o tatilsizlik daha da uzar eğer düzenli çalışmazsanız. üniversite size çok fazla özgürlük verecek, haftada çok ders saatiniz olmayacak ama öğrenme/öğretme olayı profesördense öğrenciye düştüğü için çok çabalamanız gerekecek. ondan dolayı bazı almanlar gibi şu günün şu saati çeyrek geçe şunu yapacağım, şu kişiyle görüşeceğim gibi planlı ve dolayısıyla efektif yaşamanız gerekebilecek. hatta sınav öncesi hafta çalışırım yeter derseniz hüsrana uğrarsınız.

    -şartlı kabul alıp gelecekseniz almanca: çok zor, vizeniz de şartlı kabulünüze bağlı olacağı için strese girebilirsiniz eğer işler iyi gitmezse. hayatınız almanca olacak almanca kursu aldığınız süreçte, ki almancayı halletmeniz size çok kolaylıklar sağlayacak, ama dediğim gibi almanca çok zor. eğer şimdiden boş vaktiniz varsa almanca ingilizce çalışın.

    -bazen karşılaşacağınız katlanması güç stres seviyesi ve sürekli bir bunalım hali: öğrenci hayatı üç şeyden oluşuyor bana göre. sosyal hayatınız, dersleriniz ve bireysel hayatınız (şahsi ruh haliniz, tek başınızayken yaptıklarınız vs.). pek arkadaş edinemediniz ve sosyal hayatınız pek iç açıcı değil diyelim; dersleriniz tatmin edici, notlarınız iyiyse ve evinize gittiğinizde başınızı yastığa rahat koyuyorsanız belli zaman sonra kim takar sosyal hayatı deyip üçte iki yapmanın yeterliliğle tamam böyle idare edebilirim diyorsunuz. sosyal hayatınız var, dersler de tıkırında, sonra kendinize vakit ayıramıyor oluşunuzu takmıyorsunuz. dersler kötü kalan herşey iyiyse de bir şekilde keyif alabiliyorsunuz bulunduğunuz durumdan en azından. kısaca üçte iki yapmak şart güzel sayılabilecek bir öğrencilik hayatı geçirmek için normalde. ama almanya'da bu üçte bir olsun şükür diyeceksiniz, ki bu bile bazen zor. en azından bir buçuk-iki yıl sürer uyum süreci, zaten master da ingilizce okursanız veya dil kursu yapmazsanız ve uzatmazsanız iki yılda biter, ne okudunuz ne yaşadınız pek anlamazsınız. bu konuda da yapılabilecek şey sabretmek.

    -bireysel hayat tarzı: bana göre avantajları çok çok daha fazladır ama ilk başta bu bireyselliğe alışmak biraz sancılı olabiliyor. herkes kendi işine bakıyor, başkasından yardım beklemiyor, sonuçta herkes yetişkin ve küçüklükten beri bu doğrultuda yetişmişler. altı ay boyunca kaldığım bir evde bu bireysellik had safhadaydı, tabii bunda diğer öğrencilerin tıp eczacılık gibi bölümler okumalarının da etkisi vardı muhtemelen, vakitleri yoktu belki de sosyalleşmeye. sadece selamlaşma üzerine kuruluydu muhabbetimiz ve bu bir süre sonra sıkıyor insanı.

    -yasalardan ötürü bazen ikinci sınıf vatandaş durumunda kalmak: özellikle oturum uzatma çilesiyle uğraştığımda gerçekten gördüğüm durum. avrupa birliği üyesi bir ülkenin vatandaşı almanya'ya gelip neredeyse kimseye hesap vermeden dilediği gibi yerleşebiliyorken biz her oturum uzatmak için bile bir sürü belge toparlamak zorundayız. okula başladıysak almanya'da kalma sebebimiz bu eğitime bağlı oluyor, yani mezun olmadan bu okuldan ayrılırsanız oturumunuz yanıyor. tabii başka okula geçiş yaparsanız da bunu bildirmek zorundasınız en kısa sürede bir yığın belgeyle, 18 ay içerisinde yani ilk 3 dönemde okulunuzu değiştirebilirsiniz ama sonrasında bu mümkün değil. dördüncü döneme başladıysanız artık uyum süreci olarak adlandırılan 18 ayı atlattığınız için mezun olmak zorundasınız. yoksa illa bölüm değiştirecekseniz türkiye'ye geri dönüp tekrar vizeye başvurmanız gerekecek ki red alınma ihtimali çok yüksek, ki artık bu yola tekrar girmezsiniz muhtemelen. hadi diyelim dil kursu yapmak istediniz okulu bırakıp, bu da mümkün değil. dil kursu öğrencisi ve normal üniversite öğrencisinin vize statüleri farklı çünkü vizenizi master öğrenciliği için aldınız. şartlı kabul sonucu dil kursu almak farklı, adı üzerinde kabul alıp geliyorsunuz zaten, yani normal üniversite öğrencisisiniz. dediğim gibi bu oturum uzatma konusu başlı başına bir stres sebebi ve özellikle iki yıldan fazla kalmayı planlıyorsanız. hatta almanya'ya master öğrencisi olarak gelip sonrasında yerleşmeyi düşünüyorsanız bu konuda yaşayacağınız strese dayanıklı olmanız gerek. hani ben üç senede 8 kez gittim yabancılar şubesine. yaklaşık bir ay içerisinde tekrar gitmem gerekiyor ve sonrasında en iyi ihtimalle iki sene sonra tekrar çağıracaklar.

    -sevgiliniz varsa: özellikle de ilişkinizde hafif sallantılar olmuştuysa önceden, tavsiyem ya çok açık sözlü şekilde konuşup almanya'ya gelmeden halledin bu sıkıntıları çözme işini ya da çok zorlamadan birbirinizi ayrılın. yoksa zaten sonrasında ayrılacaksınız büyük ihtimalle. uzun mesafe ilişkisi imkansız değil, bu doğru, ancak özellikle almanya'da uzun süre boyunca kalmak istiyorsanız planlarınıza türkiye'den bir kişiyi daha dahil etme gücünüz olmadığını göreceksiniz, hem karşı taraf da almanya planınıza sıcak bakmıyorsa başka yöndeki hazırlıklarına şimdiden başlamış olabilir. onu geçtim, iki yıl bile çok uzun bir süre uzun mesafe ilişkisine katlanırım diyorsanız illa. siz haftada toplasanız belki bir kaç saat sosyalleşebiliyorken zorlayarak, o sürekli arkadaşlarıyla olacak ve yaşadığınız zorluğu anlamayıp üzerinize bir de yük olacak, kıskanıyorsa sorun yaşayacaksınız, türkiye'deki avrupa algısının yüzde doksanı cinsellikle alakalı olduğu için o da bu algı önyargısına kendisini kaptıracak ve kafasında kıskançlıklar tasarlayacak, size yüklenecek. ondan dolayı eğer sevgiliniz varsa şimdiden onunla açık açık konuşun bu zorluğun nasıl üstesinden geleceğinizi, ya da dediğim gibi ayrılın. ayrıca bu benim yorumum ama türkiye'de büyük kısım çoğunlukla duygusal tabanlı ilişkiler yaşıyor, yani sadece en fazla arada öpüşme falan olan yani sevişme olmayan ilişkiler ve durum böyle olunca da tek taraflı beslenmiş sağlıksız bir ilişki doğuyor, üzerine uzun mesafe de işin içine girince bağınız tam kopmalık hale geliyor. sınav zamanı yoğunluktan başınızı kaşıyacak vaktiniz yokken ilgisizliğinizden yakınıp ayrılırsa sevgiliniz sizden, o stresle tepetaklak olursunuz. iyi düşünün.

    -aile ve arkadaşlar: bu konuda iki nokta sizi zorlayabilir. birincisi ailenizin ve bazı arkadaşlarınızın tavrı. ailem şu an türkiye'de olsam kolaylıkla güzel bir iş bulacağımı bildikleri için bazen boşa kendimi yorduğumu söyleyebiliyorlar telefonda konuşurken ve bazen bırak oraları da geri dön baskısı yapabiliyorlar. hatta alman arkadaşlarımdan türkiye'de belli bir süre geçiren biri türkiye'de bazı ebeveynlerin ve akrabaların kişinin üzerinde çok fazla söz sahibi olduklarını farkettiğini söylemişti, ki benim açımdan da ailemin hoşnutsuzluğunun sebebi şöyle; planlarını benim lisanstan mezun olacağım tarihe göre yapmışlardı, sonra ben almanya'ya master yapmaya geldiğimde planlarını bozmuş oldum. her neyse, sonra planlarını revize edip iki yıl sonra benim masterı bitirip döneceğimi düşünerek tekrar üzerimden geleceğimi planladılar. ama ben almanya'da kalmayı istediğimi söylediğimde bundan dolayı planları da bozulmuş olduğu için pek hoşnut kalmadılar ki onlara da çok hak veriyorum. arkadaşlarım da bazen canımı sıkan birşeyi anlatıp yardımcı olmalarını veya veya en azından beni rahatlatmalarını istediğimde zaten almanya'dasın sen böyle diyeceksen biz ne yapalım diyebiliyor, zaten bir vakit sonra da aradığında kendini tutuyorsun canını sıkan birşeyler olduğunda. arkadaşlarınızla muhabbetiniz de doğal olarak whatsapp üzerinden gerçekleşiyor çoğu zaman. ikincisi de eğer özlerseniz aileniz ve arkadaşlarınızı, ki ben liseyi ve üniversiteyi yatılı okuyunca o özelliğimi kaybettim, belki sıkılabilirsiniz.

    biliyorum bu noktaya kadar okuduklarınızı pek beğenmemiş olabilirsiniz ama kısaca işin güzel taraflarıyla ilgili entry'mi yazmadan biraz spoiler vereyim.

    --- spoiler ---

    özgürlük, mutluluk, saygı, sizi ve doğayı koruyan yasalar, kurallara uyan toplum, yeşil, açıksözlülük, etkinlik bolluğu, kolay mobilite, ve tekrar yazmak istiyorum özgürlük...
    --- spoiler ---

    edit: böyle bir yazı yazmamın sebebi almanya'ya gelmeyi düşünenleri vazgeçirmek veya almanya'ya gelmiş olanların canını sıkmak değil asla. amacım bu yaşayacağınız zorlukların gayet normal olduğunu ve almanya'ya gelen herkesin bir şekilde bu tür zorluklarla karşılaştığını belirtmek. hayatımın en zor günlerini almanya'da geçirdim ve bana en fazla güç veren davranışlarımdan biri de bu başıma gelenlerin bana özel değil içinde bulunduğum durumun sonucu olduğunu ve bu zorlukların varlığını kabullenmek. sonra da bir bir bu zorlukları aşıyorsunuz, çözüm yollarını öğreniyorsunuz ve daha da önemlisi güçleniyorsunuz. tabii almanya'da elde edeceğiniz güzel şeylerle bu zorlukları kıyaslarsam emin olun çok ufak kalıyorlar onca güzel şeyin yanında.

  • beyaz beyaz köpek balıkları neden hiç akvaryumlarda olmaz merak ettiniz mi ? ben ettim işsiz olduğumdan değil bu hayvanlara karşı duyduğum büyük sevgi saygıdan ötürü. araştırdıkça daha çok saygı duymaya başladım, daha çok sevmeye başladım.

    boyları ortalama 4.5 metre olan bu arkadaşların bazıları 6 metre boyunda olabiliyor. tabi bu arkadaşların akvaryumlarda olmamasının sebebi boyutları değil, çünkü dünya üzerinde onların yaşayabileceği büyüklükte bir çok akvaryum var. bu arkadaşların insanlara saldırmasından dolayı insan yemeyi sevdikleri düşünülse bile işin aslı bu değil. aslında tam tersi büyük beyazlar insan etinden hiç hoşlanmazlar çünkü bizim etimiz onların istediği yağ oranını karşılamaz. şimdiye kadar çoğu saldırı insanı yemek için değil, sadece bir ısırık alıp ne olduğunu merak ettikleri için yapılmıştır. biz nasıl ilk defa gördüğümüz bir şeyi elimize alıp çevire çevire inceliyorsak onlarda bunu elleri olmadıkları için ısırarak yapıyorlar.

    şimdi ulan bu hayvanlar insanlar için tehdit oluşturmuyorsa neden akvaryumda tutulmuyoe diye soracaksınız biliyorum. cevabı tam olarak depresyon. büyük beyazlar esaret altında kalmaya dayanamayacak kadar özgürlüklerine düşkünlerdir. özgürlükleri ellerinden alındığı zaman yemek yemeyi ve yüzmeyi bırakarak intihar ederler. (yüzmezlerse ölüyor bu arkadaşlar)

    1955 yılında los angeles marineland bölgesinde yakalanan bir büyük beyaz oşinaryum'da 1 gün dayanabilmiş.

    1992 yılında genç bir büyük beyaz california'da bulunan steinhart akvaryumuna getirildi ve 400.000 litrelik bir havuza koyuldu.yine bu kardeşimiz gün içerisinde intihar etmiş.

    2003 yılında san diego'da bulunan the sea world akvaryumuna yine bir büyük beyaz getirildi ve bu arkadaş burada 16 gün yaşadı. 16 gün sonra bu arkadaşı okyanusa geri bırakmak zorunda kaldılar çünkü diğer bütün köpek balıklarını avlayıp yemeye başladı.

    2004 yılında monterey koyu akvaryumuna bu sefer dişi bir büyük beyaz getirildi. bu arkadaş burada 4.5 milyon litrelik açık deniz sergisinde 6 ay yaşadı. (rekor 6 ay zaten) 6 ay içerisinde hanım kızımı 1 metre daha büyüdü. akabinde psikolojisi bozulduğu için sağında solunda ne kadar köpek balığı varsa hepsine saldırıp öldürmeye başladı. bilim insanları baktılar olacak gibi değil bu hanım kızımızı da serbest bıraktılar.

    yine monterey akvaryumuna sonradan yine büyük beyazlar getirdiler. bu arkadaşların bazıları 10 gün bazıları 4-5 ay sonra kafayı cozurttukları için serbest bırakıldılar. hepsinde görülen semptomların ortak noktası yemek yemeyi ve yüzmeyi bırakıyorlardı.

    2016 yılında çekik gözlü kardeşlerimiz okinawa bilmem ne akvaryumu (telafuz edemiyorum) için yine bir büyük beyaz getirdiler. buraya gelen büyük beyaz'da 3 gün içerisinde yemeyi ve yüzmeyi bıraktığı için öldü.

    peki diğer köpek balıkları akvaryumlarda paşa paşa takılırken bu kardeşlerimizin derdi neydi ? neden psikolojileri bozuluyordu direk yemeden içmeden kesilip kendilerini öldürmeye çalışıyorlardı ? büyük beyazlar hakkında kimsenin tam olarak bilgisi yok, çözülemeyen arkadaşlar bunlar belki de onları böyle kabul edip saygı duymak lazım. şaka şaka bilim insanlarının bu konuyla alakalı bir kaç fikri var tabi.

    1. depresyon

    aynı bizim ömrümüz kadar ömür sürdükleri düşünülürse bu arkadaşlar esaret altına girdiklerini anladıkları zaman depresyona girip ölebiliyorlar.

    2. alan darlığı

    bu arkadaşların boyutları ve vücutlarının şekli düşünülürse sıkıntıya girmeleri olağan görünüyor. köpek balıklarının vücudu torpido gibidir, bu sayede salına salına fazla enerji harcamadan çok uzaklara gidebilirler. canları isterse 11.000 km mesafeyi 99 gün gibi bir sürede yüzebilen bu arkadaşlar canları isterse havaya 8 metre zıplayabilirler (özgürlük bu işte) e bunları yapamadığım yerde ben de köpek balığı olmak istemem, düşünsene kanadın var ama uçamıyorsun sikerler böyle işi diyip ölmek istiyor olabilirler.

    3.açlık

    taa yazının en başında söylediğim gibi bu arkadaşların yemek seçme olayı var. avlarını kovalayıp yakaladıkları için bir akvaryumda bunların önüne en kral yemeği koysan kendileri avlayamadıkları için yemiyorlar. yani bu arkadaşlar insanlar tarafından beslenmeyi kabul etmiyorlar bunun yerine kendi avlarını kendileri kovalayıp yakalamak istiyorlar. he bunu yapamadıkları için mecburen verileni yemek durumunda kalıyorlar ama bu da mutsuzluk ve depresyon getiriyor.

    4. en önemli etken av heyecanı

    yukarıda belirttiğim gibi köpek balıklarının doğasında avlanmak vardır, armut piş ağzıma düş olayından nefret ederler. pusu kuracak, kovalayacak av ihtiyacı duyarlar. öyle akşama kadar televizyon seyredeyim akşam önüme yemek koyulsun bunların tarzı değil. bu heyecanı yitirdikleri zaman batsın bu dünya diyip yüzmeyi bırakıyorlar ve allah rahmet eylesin.

    not: bunu okuyup yakın zamanda asya tarafına gidecek arkadaşlar elbet vardır. lütfen bu asya ülkelerine gittiğiniz zaman köpek balıklarıyla ilgili bir şey tüketmeyin. her sene bu balıkların yüzgeçlerini kesip çorba yapıyorlar. yüzgeçleri kesilen balıklarda doğal olarak ölüyorlar. yine asya tarafında büyük beyazın dişlerini kolye yapıp satan şerefsizler var. almayın amına koim şu kolyeleri yazık günah. belki farkında değilsiniz ama büyük beyazlar okyanus eko sisteminde en büyük role sahip hayvandır ve tahmini şu an dünya üzerinde 3.500 tane kalmış durumda. bu hayvanların nesli tükenirse ebemizin amını tersinden görürüz yapmayın etmeyin.

  • geçenlerde clara adlı bir film izlemiştim. filmde bir astronom olan dr. ısaac bruno adlı karakter kendini dünya 2.0'ı bulmaya adamıştı.

    neyse, bende bundan mütevellit meraklanıp bu gezegenler nasıl bulunuyor diye şöyle bir araştırdım. size de anladığım kadar anlatacağım.

    nasa bununla ilgili beş yol belirlemiş bunlar şu şekilde
    1-radial velocity- radyal hız: bu yöntemle 673 gezegen keşfedilmiş
    2-transit-geçiş yöntemi : bu yöntemle 3112 gezegen keşfedilmiş
    3-direckt imaging- doğrudan görüntüleme: bu yöntemle 47 gezegen keşfedilmiş
    4-gravitational microlensing- kütleçekimsel mikromercekleme: bu yöntemle 78 gezegen keşfedilmiş
    5-astrometry-gökölçümü :bu yöntemle 1 gezegen keşfedilmiş
    ****

    1-radial velocity- radyal hız: bir yıldız ve gezegen birbiri etrafında bil yalpa yarak döner aynı bunun gibi tabi bu biraz abartılı bir görsel ama anlamak için böyle hayal edin.
    yıldız böyle bil yalpalama sonucu etrafına enerji yani ses, radyo dalgaları, ısı ve ışık yayarlar işte bizde bu dalgaları doppler etkisiyle bu olayı görüntülemiş oluruz.12 bu gördüğümüz dalgalar yıldızın hareketine bağlı olarak sıklaşır veya genişler. aynı sokaktan geçen bir ambulansın sesi gibi bize yaklaştık ses sıklaşır ve net gelir uzaklaştıkça ses genişler boğuklaşır. eğer yıldız etrafında bir gezegen varsa bu yayılan dalgalar üzerinde bir etki oluşturur oluşan bu etki gezegenin kütlesiyle doğru orantılıdır yani gezegenin kütlesi,büyüklüğü artıkça keşfedilmesi daha kolay olur.

    2-transit-geçiş yöntemi:yıldız etrafındaki gezegen yıldızın önünden geçerken bir gölge oluşturur ve bizde uzaydaki ve yerdeki gözlerimizle bunu gözlemleriz 12 bu yöntem diğer yöntemler içinde en fazla kullanılan yöntemdir. basit ve kullanışlı olduğundan en fazla gezegen bu yöntemle keşfedilmiştir. neden peki bu yöntem çok kullanışlıdır.
    -oluşan gölge gezegenin boyutu , hızı ve yıldızına olan yakınlığı belirlenebilir.
    -birden fazla gezegen varsa bunları belirlemek kolaylaşır
    -gezegenlerin atmosferi hakkında bilgi verir. nasıl mı? gezegen yıldızının önünden geçerken atmosferi ışığın bir kısmını tutar ,kırar ve geçer buna bağlı farklı renkler oluşur bu renkler bize atmosferi hakkında bilgi verir.(bkz: ışık spektrometresi)

    3-direckt imaging- doğrudan görüntüleme: adı üstünde direkt olarak gezegeni gözetleyen , fotoğraflayan sistemlerdir.bunu için teleskoplara ışık engelleyiciler ve parlatıcı engelleyiciler kullanılır ki gezegen yıldızdan kaynaklanan olumsuzlukları önlemek için .1

    4-gravitational microlensing- kütleçekimsel mikromercekleme: uzaydaki her cismin belli bir kütlesi ve bu kütleye bağlı bir çekim kuvveti bulunur. işte gezegenin bu çekim kuvveti ve kütlesi yıldızdan çıkan ışıkları kırarak geçer. bizde teleskoplarla bunu gözlemler gezegenleri keşfederiz. 1 23

    5-astrometry-gökölçümü :bu yöntem gezegenleri belirlemedeki en eski arama yöntemidir. bilim adamları bir yıldızın ve onun yanında bulunan yıldızların bir dizi görüntüsünü çekerler ve her bir çekimde , bu referans yıldızlar ile gezeni için denetledikleri yıldız arasındaki mesafeleri karşılaştırırlar.hedef yıldız diğer yıldızlarla ilişkili olarak hareket etmişse, gökbilimciler bu hareketi dış gezegen belirtileri için analiz edebilirler.kısacası iki fotoğraf arasındaki farklardan yararlanırlar.12astrometri, son derece hassas optikler gerektirir ve atmosferimizin ışığı bozması ve bükmesi nedeniyle özellikle dünya yüzeyinden yapmak zordur.

    dipnot:bir çok keşif metodu var ama ben nasa'nın sayfasındaki 5 yol üzerine bilgi verdim.
    ..........hatalı bir şey yazmışsam affola ............

    kaynak
    bu da bonus uzayı incelemek isteyenler için

  • bu tavsiyeyi verenler genelde evli olurlar ve buna rağmen evliliği sürdürürler. sigara içen birinin elinde sigara ile sigaranın zararlarını anlatması gibi bir şey bu durum da.

  • gezdirmek, oyun oynatmak, yıkamak, eğitmek, sosyallestirmek vs hiçbir şeye ihtiyaç duymaz.
    koy mamasını, kumunu takılır kafasına göre.

    köpek öyle mi. sabah mesaiye başlarsın köpekle. kediye 10 gün erzak bırak, 10 gün sonda eve gel, niye geldin yarram diye yüzüne bakar.

  • çalıştığım yerde mutfak işlerine bakan bir ablamız var. yaklaşık 14 yıldan beri site içerisinde bir dairede kirada oturuyor. kirası geçtiğimiz eylülde 4.500 tl'den 7.500'e çıkmış. kendi söylemine göre mevcut sitede 20 binden aşağıya kira yokmuş.

    ev sahibi yaşlı bir çiftmiş. adam pandemi döneminde eşinin işsiz kalmasından dolayı 1 yıl zam yapmamış.

    gelelim meseleye...

    adam evini satmak istiyormuş. durumu anlatmış bunlara. bunlar da yokuş yapıyorlar çıkmamak için. evi almaya gelenler evi bu haliyle değil, uğraşmamak için kiracısız almak istiyorlar. dahası 16 yıllık kiracılık döneminde evi bırak boyatmayı, çivi bile çakmıyorlar. eve gelen alıcılar yaklaşık 300 binlik tadilat ücretini fiyattan düşmek istiyorlar.

    bu sabah ev sahibi adam arayıp rica minnet etti bu arsız köpeklere lütfen çıkın çok zor durumlar yaşıyorum diye. kadının girdiği halleri görmeniz lazım. burnundan kıl aldırmıyor! sonra kocasını aradı. kocası da dur sen bak ben napıyorum onlara dedi. kocası olacak ahlaksız da adamı arayıp çıkmak için 200 bin lira istemiş. adam da mecbur kabul etmiş. büyük sevinçle anlattı olayı ofistekilere. "nasıl ablacım iyi yaptık değil mi?" dedi bana. yaptığınız ahlaksızlık abla dedim. sapına kadar haksız olduğunuz bir davadan cebinize 200 bin lira koyacaksınız diye de ekledim.

    başladı işte ben şimdi taşınsam 20 bin taşınma, bilmem ne kadar depozito, bilmem kaç para kira falan...

    adamın sorunu değil ki bu sizin sorununuz ablacım. adam sadece sahip olduğu bir malı satmak istiyor ve başına gelenlere bak.